“Bu kitap, ardı ardına sıralanıp, aşk tutkusunu oluşturan bin bir çeşit duyguyu, mantığın, matematiğin yolundan giderek, olabildiğince yalın bir şekilde izah etmeye çalışıyor.” Stendhal, 1822 yılında son halini verdiği Aşka Dair isimli yapıtını, 1826 yılında eklediği önsözde bu sözcüklerle tarif eder. Aşka Dair, aşk adı verilen bilinmezi izah etmek adına, büyük yazar tarafından ortaya konmuş bir teori denemesi niteliğindedir.
Stendhal, ondokuzuncu yüzyıl Avrupasında, özellikle İtalya ve Fransa’da, saray avlularında, edebiyat salonlarındaki sohbetlerde, sokaklarda, evlerde izlediği insanlarda, dinlediği hikayelerde, fakat en önemlisi kendi yüreğinde, “her evresi ayrı bir güzelliğe sahip olan bu tutkuya” dair biriktirdiği sözcüklerle Aşka Dair’e hayat verir. Başka isimlerin ağzından, çoğu zaman, kendi yüreğinin hikayesidir bu yapıt.
Öte yandan, bir ideoloji tasviri ve toplum tarihidir Aşka Dair. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru, gücünü giderek yitiren aristokrasi ile altın çağını yaşamaya hazırlanan burjuvazinin kesişen dünyasında, Avrupa toplumunu, aşk denen muammayı merkeze yerleştirerek resmeder Stendhal. Kadının, bu geçiş dönemindeki konumunu ve durumunu, devlet politikasının aşk denen tutku ile çekişmesini, aşkın, dünyanın farklı coğrafya ve yönetim biçimlerindeki değişimini ortaya koyması bakımından büyük önem taşıyan bu yapıtında, Fransız edebiyatının büyük yazarı Stendhal, belki de başka yapıtlarında olmadığı kadar kendisiyle başbaşadır:
Kayıtsız olmak için nasıl da çırpınıyorum. Söyleyecek çok sözü olduğunu zanneden yüreğimi sessizliğe gömmek istiyorum. Satırlara bütünüyle bir hakikati döktüğümü sandığım her an, bir iç çekişten ötesini yazamadığım korkusuyla sarsılıyorum.